Söyleşi: Vahit Duran ve Dr. Fikret Yıldız
Remzîyê Elî Kino’yu (nam-ı diğer Kürt Remzi) 1997’de henüz 50’lili yaşlarında bir trafik kazasında kaybettik. Anadolu Kürtleri veya müziği dendiğinde ilk akla gelen isimlerden biridir o. Birçok eser ortaya çıkarmış, onlarca kaset basmış, yaklaşık 200 klam (şarkı) seslendirmiş bir sanatçı.
Onun hâlâ birçok Anadolulu Kürt müzisyeni üzerinde etkisi sürüyor.
Kürt Remzi’yle Bîrnebûn’da bir yolculuğa çıkıyoruz: Önce 1997 sonbaharına, Almanya’da iken neler yaşadığına, sonra Polatlı’ya, Haymana’ya dönüyoruz. Anısına saygıyla, Kürt Remzi anlatıyor…
Sevgili Remzi, hürmetin ve röportaj isteğimizi geri çevirmediğin için teşekkür ederiz. Seni memlekette ararken Almanya’da bulduk. Doğrusunu söylemek gerekirse burada olduğunu tahmin etmiyorduk.
Evet, yaklaşık üç yıldır Almanya’da yaşıyorum. Siyasi iltica talebinde bulundum. Gördüğünüz gibi oğlumla birlikte bu odada kalıyorum. Hoş geldiniz, sefa getirdiniz.
Oğlun da büyümüş. Ailenden birisinin yanında olması iyi bir şey herhalde. Nasıl, o da senin gibi müziğe, Kürtçe klam söylemeye hevesli mi?
Maalesef pek değil. Annesi Boşnak olduğundan Kürtçeyi de iyi konuşamıyor. Gerçi biraz anlar ama istediğim kadar değil. Birçok Kürt genci gibi o da dilini tam anlamıyla konuşamıyor. Büyük kızım Kürtçe müziğe hevesli, üstelik üzerinde çalışıyor da. Ondan yana ümidim var.
Yıllar önce Kürt Remzi ismi ile kaset çıkarmış birinin oğlunun Kürtçeyi iyi konuşamaması üzücü ama neyse. Eskiden memlekette bir yakını ölen, acısı olan sana gelir, ağıt yaktırırdı. Burada da gelen oluyor mu?
O dönemler kadar olmasa da gelenler oluyor tabii. Almanya’da yaşadığımı az kişi biliyor herhalde. Dediğim gibi yine de gelenler var. Geçenlerde Haymanalı bir aile geldi. Çok dertliydiler. Dayı ile yeğen kavga etmiş. Dayı çekip yeğenini vurmuş. Ölenin anası benden bir ağıt yakmamı istedi. Zavallı kadın, ölen oğul vuran kardeş… Nasıl duygulandığımı bilemezsiniz. Aldım sazı elime hem onlar ağladı hem ben ağladım. İsterseniz bu ağıtı sizlere de okuyayım. (Remzi oldukça hüzünlü bu ağıtı bizlere okuyor ve hep beraber duygulandık.)
Müsaade edersen biraz eskilere gidelim. Müziğe başladığın ilk yıllara. Birçok okuyucumuz gibi biz de merak ediyoruz. Şarkı söylemeye ne zaman ve nasıl başladın? Ailende saz çalan biri var mıydı? Yani bu iş nasıl oldu?
Bir kere ailemde saz çalan biri yoktu. Köyüm Bazıka’da (Haymana) sazı eline ilk alanın ben olduğumu söyleyebilirim. Antalya’ya yatılı sanat okuluna gidiyordum. Ahmet Gazi Ayhan, Bedia Akartürkler falan gelip okumuzda konserler verirdi. Müziğe karşı hevesim olduğundan o tarafa yöneldim. İlk iş olarak kendime bir saz aldım ve kendi kendime çalmasını öğrendim.
Ama sen Kürtçe söylüyordun.
Baktım bütün millet Türkçe söyleme yarışında. Bizim Kürtler bile! Anadilimde söyleyeceğim, dedim. Kendi tarzım da zaten Kürtçe söylemeye uygun. Öyle de oldu işte.
Hangi yıllardı?
1972’nin sonlarına doğruydu.
Daha sonra?
Bu arada köye döndüm. Gençtim ve bekardım. Önce amcamın kızına daha sonra teyzemin kızına sevdalandım. Aşkımı açıkça ifade edemediğim için klamlarla derdimi anlatmaya başladım. Teyzemin kocası köyün muhtarıydı. Olmaz diye diretti.
Sevda işleri işe yaramış anlaşılan.
Bir tek sevda işleri beni klam söylemeye teşvik etmedi tabii ki. O zamanlar yoksulduk. Etrafımdaki haksız ve acılı olaylardan etkileniyordum. Yoksul olmamız çok zoruma gidiyordu. Bazı cehalet örnekleri, haksızlıklar vardı. Mesela köyümüzde hamile bir gelin vardı. Onu çocuğunu doğursun diye at arabasına bindirerek köyün etrafında hızlıca gezdirdiler. Para yok diye hastaneye doktora götüremediler. Gelin doğum sırasında öldü. Bu beni müthiş etkilemişti. Bestelediğim ilk şarkı bu gelin üzerinedir. Sonra nerede bir şîn (ağıt), bir dahol (düğün, davet) var, beni davet ediyorlardı.
Bu arada ilk kasetin çıktı herhalde.
Yörede Kürtçe şarkı söyleyen olmadığı için halk arasında kısa sürede tanındım. İnanamazsınız ama çok ilgi vardı. Polatlı, Haymana, Bala, (Ankara); Yunak, Kulu, Cihanbeyli (Konya) ve Kırşehir Kürtleri arasında elden doldurulmuş kasetlerim kapıştırılıyordu. Ankara Ulus’ta Erdal Plakçılık vardı, onlar ilk kasetimi bastı.
İlk kasetinin kapağında Kürt Remzi mi yazıyordu?
Tabii ki! Hala bende durur. İsterseniz biraz sonra gösterebilirim. Gerçi kapak resmi benim değildi ama üzerinde “Kürt Remzi” yazıyordu. Yaşlı, ağzında ağızlık olan sakallı bir dedenin resmini kasete basmışlar. Bir gün plakçıya uğradığımda beni tanımadılar. Kaseti göstererek, “Bu nedir?” diye sordum, bana kim olduğumu sordular. Mahkemeye verecektim olmadı. Birkaç tanıdık Kürt avukat arkadaş vardı, onlara danıştım. “Dava açmasına açarız ama senin Kürtçe şarkı söylediğin ortaya çıkar, ceza alırsın” dediler. Biz de vazgeçtik. İlk kasetimin hikayesi böyledir.
Seni 12 Eylül’de tutukladılar. Neyle suçlanmıştın?
Ne olacak, aynı şeyler! O dönemi yaşayanlar bilir. “Kürtçe şarkı söyleme yoluyla halkı bölmek ve galeyana getirmek” suçlamasında bulundular. İki ay gözaltında kaldım. Yaptıkları zulmü anlatmama gerek yok herhalde. Sonra bıraktılar. Baktım ki Polatlı’da bize rahat yok, Bursa’ya taşındım. Yapmadığım iş kalmadı, yine de olmadı. Görüyorsunuz, şimdi de buradayız.
Toplam kaç kasetin çıktı?
Bilgim dahilinde çıkan kasetlerimin sayısı yedi.
Piyasada kasetlerin dolaşıyor ama…
Yakın zamanda çıkarılanlardan haberim yok. Bana sormuyorlar bile. Kaset piyasasını bilemezsiniz, basıyorlar işte.
Peki Kürt Remzi ismi bilinçli bir seçim miydi?
Biraz önce söyledim ya herkes Türkçe söylemeye/okumaya heveslenirken ben Kürtçeyi seçtim diye. Tabii ki bilinçli bir seçimdi. Benim bir şarkım vardı, “Ne Laz’ım ne Tatar’ım, Kürt Remzi’yim dert satarım” diye. Düğünlerde falan en çok bu klam istenirdi benden. Derken adımız Kürt Remzi diye anılır oldu.
Sen düğünlere çok giderdin. Bizim oraların en çok oynanan halayı hangisi?
“Şiro” ve “Üç ayak” var…
Mesela Şiro nasıl oynanırdı?
Kırma var ya, çift kırma.
Şu çift diz kırma, ha! Oynardık ama adının Şiro olduğunu bilmezdik.
Evet, üç ayağı, Şiro’yu söyledim. Bir de “Mêvan” var. İki ileri bir geri biçiminde oynanıyor. Sonra “Zevko” da var.
Zevko’nun klamı var mı?
Olmaz mı? Tabii ki var ama sözleri Türkçe.
Kadınlar oynardı bunu değil mi?
Erkekler de oynardı. Mesela bizim köylü rahmetli Osmenî Hecîbekir bu oyunu güzel oynardı (Bu arada Remzi Zevko’nun nasıl oynandığını bize gösteriyor).
“Gulê Gul Heyatê” adında bir klamın vardı. Serbülent Kanat da bir kasetinde bu klamı okudu. Bu klamın hikayesi nasıldı, anlatır mısın?
Gulê, Yunak taraflarında yaşayan bir kadındı. Haymanalı bir çoban âşık olmuş. Zavallı aşkının karşılığını bulamamış. Onun üzerine ben bu şarkıyı besteledim. Çok da tutuldu. Değişik biçimlerde de söylenebilir.
Evet, bu klam çok sevildi. Peki Serbülent Kanat’la da tanışıklığın var mı?
Hayır, tanışmak nasip olmadı. Buraya gelmeden önce Ankara’da buluşalım diye telefonlaştık fakat olmadı. Beğendiğim ve ilgiyle dinlediğim genç bir sanatçı arkadaşımızdır. Kendi müziğimizi yöreye özgü bir biçimde okuyan çıktığında buna çok seviniyorum.
Biz de seviniyoruz. Serbülent’in bir kaset çalışması olduğunu duyduk. Merakla bekliyoruz. Laf lafı açtı. Sen ne alemdesin, yeni bir çalışman yok mu?
Açık konuşmak gerekirse birkaç kaset dolduracak kadar klamım var. Almanya ve gurbetliliği, çoluk çocuktan uzak olmam ve haksızlıklar, kimliğimize saldırılar beni çok etkiledi. Övünmek gibi olmasın ama hayatımın en iyi şarkılarını hazırlamışım. Siz yabancı değilsiniz, size açık konuşacağım. Şu an kaset basacak olanaklara sahip değilim. Bir iki teklif almadım değil, ama olmadı. Belki birilerinin aklına geliriz diye bekliyoruz işte.
Bu söylediğin, bir anlamda muhataplarına çağrı gibi oldu. Aslında gerçeğin altını da çizdin. Değerlerimize toplum olarak sahip çıkmadığımızın gerçeği… İstersen bu arada Bîrnebûn hakkındaki fikirlerini de alalım. Ne düşünüyorsun, dergiyi nasıl buldun?
Buradaki arkadaşlar dergi çıkacak demişlerdi ama halen elime geçmemişti. Şimdi siz getirince gördüm. Çok güzel olmuş, elinize sağlık. Bir kere böyle şeyleri desteklemek gerekir. Her Orta Anadolulu Kürt böyle düşünmeli. Bizlerle kimse ilgilenmedi. Her şey kaybolacak, gidecek. Buraya gelmeden önce köyüme uğradım, yaşlılar dışında kimse Kürtçe konuşmuyor. Dilimiz en önemli varlığımız. Kaybolacak diye şahsen çok üzülüyorum. Aman savsaklamayın dergiyi, çıkarmaya devam edin. Göreceksiniz ki çok güzel bir dil, çok zengin bir dil ve geleneğe sahibiz. Hatırlayıp da gelmeniz beni çok duygulandırdı. Yaptığım işin kıymeti biliniyormuş demek. Teşekkür ederim.
Bu söyleşi, Bîrnebûn dergisinin 3’üncü sayısında yayımlanmıştır. 1997, 38-40.